6 Ağustos 2017 Pazar

ALTIN ELBİSELİ ADAMIN ARDINDAN....

     Bir Altın Elbiseli Adam geçti hayatımızdan... Onlarca videosunu hiç sıkılmadan tekrar tekrar izlediğim, kendisinden çok şey öğrendiğim Barkın Bayoğlu... Vefat haberini duyduğumda inanmak istemedim. Aileden birini yitirmişim gibi ne yapacağımı bilemez halde gözlerimin yaşarmasına engel olamadım. Kanlı canlı bir efsane sanki elimizden kayıp gitti. Binlerce motosiklet kullanıcısının da benimle aynı duyguları yaşamış olduğunu düşünüyorum.
     Altın Elbiseli Adam benim için bir efsaneydi. Esprili anlatımı, rahat tavırlarıyla pozitif bir insan verdiği bilgiler ve öğrettikleriyle bu işin bilgesiydi. Motosikleti onunla sevmeye başlayan oğlum onu kaybettikten sonra tam bir travma yaşadı. Altın Elbiseli Adam ölemezdi. Hele motosiklet kazasında hiç ölemezdi. Motosiklet üzerinde trafikte hayatta kalma dersleri veren bir idolün bu şekilde aramızdan ayrılmasını kabullenebilmek kolay değildi. Allah mekanını cennet eylesin hepimizin başı sağ olsun. İnsan sonsuz yaşama arzusuna karşılık ölümlüdür. Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş... Altın Elbiseli Adam ardında bıraktığı hoş sadalarla aramızda hep yaşayacak. Yine videoları izlenecek geride bıraktıklarından insanlar yine bir şeyler öğrenecek.
    Hayat devam ediyor. Eski tadı kalmasa da motosiklet kullanıyorum. Ölüm gerçeğini kabullenmek zorundayız. Kabullenmesek de o kendini gerçekleştirmeye devam edecektir. Her ne yapıyorsak dolu dolu ve doya doya yapmaya ve hayattan tat almaya bakalım.

10 Ekim 2016 Pazartesi

MOTOSİKLET AŞKI, İLK ÖPÜCÜK : KONTRA TEKNİĞİ

    Aşağı yukarı iki yıldır motosiklet kullanıyorum. Şu an kullanmakta olduğum üçüncü motosikletim. Toplamda şehir içi ve kısa mesafeli uzun yol deneyimi olarak on bin kilometreye yakın yol kat ettim. En sakin yollardan, trafiğin en yoğun olduğu yollara kadar her koşulda tecrübem oldu.
    Motosikleti her zaman büyük bir keyifle ve özgürlük hissiyle sürdüm. Geniş ve sakin yollardaki sürüş zevki beni her zaman çekmiştir. Istıraplı bir aşkı yaşamakta olduğumu birkaç gün önce işin özünü kavramaya başladığımda fark ettim. Meğer ben aşk değil acı yaşıyormuşum ve bu acının bana verdiği özgürlük hissi sebebiyle de çektiğim ıstırabı aşk sanıyormuşum.
    Kontra tekniği dedikleri şey kulağıma bir şehir efsanesi gibi çalınırdı. Daha önce tekniği birkaç defa denemem oldu fakat çok amatörce ve inanmadan yaptığım için bir şey anlamamıştım. Geçen gün İstanbul yolunda giderken hafif virajlı bir yolda ben hız kesmişken küçük bir motor son hız o virajda yanımdan akıp geçti. Düzde yetiştiğim bu motor virajlara geldi mi aslan kesiliyordu. Benim korkuyla girdiğim virajlara o heyecan ve şevkle saldırıyordu. O kadar çabuk ve keskin dönüşü kuş kadar bir motorla bu adam nasıl yapabilir diye kafa yordum. Bir çok video izledim… Altın elbiseli adamdan, bileğin dansına kadar… Ve yaptıkları vurgu ‘kontra tekniği hayattır, kontra hayat kurtarır.’ Şeklindeydi. Bileğin dansı adlı videoyu iki gün üst üste dikkatle izledim. İşin matematiğini ve mantığını teknik ve bilimsel olarak çok şahane anlatıyorlardı. Ve aklıma mantığıma kesin bir şekilde yattı. İş pratiğe dökmeye geldi.
    Cumartesi günü akşama doğru yağmur kesildi. Yerler ıslaktı bense çok sabırsızdım. Mutlaka denemeliydim. Sincan’da Kayalı Boğaz dedikleri mevkideki Pazar yeri pratik yapmak için en uygun yerdi. Lastiklerin tutuşunu birkaç dur kalk denemesiyle test ettim. Islaklık lastik yüzeyini tamamen kapladıktan sonra kuru zemindeki tutuştan pek farkı olmadığını gördüm. Yarım saate yakın kontra denemesi yaptım çok küçük sağlı sollu itişlerle minicik ivmelenmeler elde ettim. Korkuyordum… Tekrar tekrar denedim, yerler ıslaktı tutuş fena değildi ve ben hala korkuyordum… Hava karardı, yağmur yeniden başladı ben de evin yolunu tuttum.
    Ertesi sabah yağış yoktu ve Sıhhıye’deki mesaime motorla gittim. Yerler halen ıslaktı ve araç trafiğinin yoğun olduğu şeritlerde alacalı kuruluklar vardı. On kilometre boyunca lastiklerin ısındığından emin oluncaya kadar normal seyirde gittim. Pazar sabahının böyle erken bir saatinde pek de trafik yoktu. Kontra denemesini şerit değiştirme ve sollama esnasında yaptım. Trafiğin uygun olduğu anda hemen talime başladım. Bir iki üç beş… Onlarca deneme. Ve her birinde daha atak ve daha cesur denemeler yaptım. Aşkımdan ilk öpücüğü almış gibi oluyordum. Heyecanlı, titrek ürkek ve hevesli ilk öpücük… Ve aşka giden yolu bulduğumun sevinci beni sarıp sarmaladı…
    Kontrayla şerit değiştirmek, araç sollamak saniyeler içinde olup bitiyordu. Sonuç, acemiliğime ve amatörlüğüme rağmen müthişti. İnanılır gibi değildi. Aşkı yeni yeni tatmaya başladığımı fark ettim. Sürüş zevki dediğim şeyin gerçekte kontrayı bilmediğin sürece korku ve endişeye verdiğin hak edilmemiş bir isim olduğunu anladım. Motorla boğuşmayı, virajla dalaşmayı ben sürüş zevki sanmışım. Kontranın motosiklet aşkının en tutkulu öpücüğü olduğunu söylesem abartmış olmam.
    Kontra tekniğinde çok yeni ve acemi olmama rağmen şunu söyleyebilirim: kontra motosikletle tutkulu bir sevişmedir. Kontrasız bir sürüşse onunla savaşma, boğuşma, asfaltla kavga, virajla küs olma halidir. Kontra olmadan bindiğiniz motosiklete, gittiğiniz yola ve kendinize güvenemezsiniz. Kendinizi bir kafesin içinde uçma yetisine sahip bir kuştan daha özgür hissedemezsiniz. Kontra tekniği kanatları olan kuşun gökyüzüyle buluşması gibidir. O olmadan kafesin içindeki kuş ne kadar uçabilirse siz de o kadar özgür ve mutlu olabilirsiniz.
   Motosiklet kullanan herkese kontra tekniğini öğrenmelerini şiddetle ve ısrarla tavsiye ederim. Motor sürme zevkinin zirvesi kontra tekniğinde saklıdır. Uygun bir alanda yarım saatlik bir çalışmayla tekniği çözebilirsiniz. Ustalaşmaksa sürekli yapılacak tekrara bağlıdır. Ani manevralar, kaçışlar, sollamalar kontra haricinde hep çok tehlikeli olacaktır.

    Kontrayı deneyin motosiklet aşkınızın tutkuya ve karşılıklı bir sevdaya dönüştüğünü göreceksiniz. Tüm motosiklet sevenlere kazasız, dolu dolu keyifli sürüşler dilerim… Sevgilerimle…

20 Eylül 2016 Salı

GÜNAHIYLA,SEVABIYLA 150NS

   Bu defaki yazımda 150NS’in bir kullanıcı olarak beğendiğim ve beğenmediğim yönlerini anlatacağım. Olumlu ve olumsuz yönleri hakkında söyleyeceklerim tamamen kendi kişisel deneyimim ve algımın bir neticesidir.
   150NS EKSİLERİ (olumsuz bulduğum, rahatsız eden yönleri)
1.Sele yüksekliği 175cm’den aşağı boydaki biri için fazla. Ayak tabanlarım yere değmiyor, ayak uçlarımla motorun dengelemesini ve ilk kalkışını gerçekleştirebiliyorum. Sele yüksekliğinin tek artısı yüksek bir bakış ve hakimiyet sağlıyor. Yine de ben selenin daha alçak olmasını yeğlerdim.
2.Aynalar. Şehir içi kullanımda yetersiz.  Kör noktası fazla. Kollarınızı kendinize yapıştırmak zorunda kalıyorsunuz. Açıyı ne kadar iyi ayarlarsanız ayarlayın zaman zaman başınızı sağa sola uzatmak ihtiyacı hissediyorsunuz. Ayna kolları 2-3 cm daha uzun olsa belki bu sorun ortadan kalkardı.
3.Rüzgarı olduğu gibi hissettiriyor. Benzin deposuna yapılmış olan plastik giydirme sanki havayı yarıp geçmek yerine kalkan vazifesi görüyor. Rüzgarlı havalarda kullanım güçleşiyor. Hız 10-20 km düşüyor.
4.Hızlanırken 6500-7500 devir arasında benzin bitermiş gibi bir tutukluk, gaz yememe gibi bir his veriyor. Tabii sonrasında içindeki canavar açığa çıkarak kendisini affettiriyor. Gazı açtıkça çekiş kendini hissettiriyor.
5.Artçı selesi pek rahat değil, artçı peglerinde titreşim uzun süreli yolculukta rahatsız ediyor.
6.Işıklarda durulduğunda gazı kesmenize rağmen devir 3-5 saniye 3000-3500 lerde takılı kalıyor. Sonra kendiliğinden rölantiye düşüyor.
   150NS ARTILARI (olumlu bulduğum, beğendiğim ve hatta aşık olduğum yönleri)
1.Yakıt. Emsallerinin en az yakan motosikleti. Normal kullanımda 10-11 kuruş, agressif  kullanımda 11-12 kuruş ki daha hiç 12 kuruşu bulmadı.
2.Yol tutuşu oldukça güven verici. Kullanımı gayet kolay ve pratik. Gidon oldukça hafif ve hakimiyeti tamamen size bırakıyor.
3.Lastikler çok kişi eleştirmiş olsa da lastiklerle ilgili çok olumsuz bir izlenim edinmedim. Normal.
3.Aydınlatma mükemmel. Gece yolculuklarında selektör atmanız bile çok rahat bir şekilde sizi fark ettiriyor. Uzun farı açtığınızda çok uzun ve geniş bir görüş sağlıyor. Gayet iyi.
4.Oturuş pozisyonu rahat. Dilediğiniz gibi öne yatıp hızlı, dilediğiniz gibi dik oturup normal bir sürüş yapıp kendinizi dinlendirebilirsiniz.
5.Hız. 6500 devirden sonra gaz yemezmiş gibi bir tutukluk ve ardından kaplan gibi bir ileriye doğru atılışı çok bariz hissediyorsunuz. Ve siz gazı açtıkça o çıldırıyor. Gücü ve ataklığı hissediyorsunuz. 120’leri görmek sıradan bir şey. Düz yolda 130’a kadar çıktım. Hafif aşağı eğimli yolda 136 km’ yi buluyor. Cbf’ci bir kardeşi çok üzecek kadar seri ve kıvrak bir motor.
6. Titreşim. Sürücüyü rahatsız edebilecek bir titreşim yok. Ama artçı için aynı şey geçerli değil.
7. Göstergeler, saat ve düğme aydınlatmaları çok şık ve hoş.
8.Amortisörler yeterli ve gayet iyi.
9.Frenler. Ön fren gayet yeterli ve iyi.  Arka fren normal.
10.Çamurluklar süper ötesi… Motor hem kendini hem de sizi sudan çamurdan koruyor.
11.Parça japon motorlarla yarı yarıyadan biraz daha hesaplı ve ucuz.
12.Başlamak isteyenlere tavsiye eder miyim? Vallahi ederim… Çinle, Japonla uğraşmayın derim. 150NS’ de fazlası var eksiği yok.


22 Ağustos 2016 Pazartesi

AYAŞ-BEYPAZARI...RÜZGAR, GECE YOLCULUĞU

    
 Akşama doğru altı sularında Sincan’dan yola çıktık. Yenikent’e vardığımızda yola devam edip etmemekte oldukça tereddüt ettim. Rüzgar direnci belli bir çizgide gitmemizi imkansız kılacak kadar güçlüydü. Seksen kilometrelik yolculuğun hepsi rüzgarla boğuşarak geçti. Bir an durulur gibi olan esinti en boş bulunduğumuz anda saldırıya geçiyor, bizi  tutturmaya çalıştığımız çizgiden 50-60 santim dışarıya ya da içeriye atıyordu.
   Akan trafik ve rüzgarla sağa sola savrulan bir motosikletle gidişimiz pek keyifli değildi. Hızı istesek de artıramıyorduk, 70-80 km’nin üstüne nadiren çıkabildik. Hızın artması demek sağa sola savrulmanın da tehlikeli olacak şekilde artması demekti. Ara ara trafiğin seyrekleştiği anlarda gazı açmama rağmen rüzgar hızımızın 100 km nin üzerine çıkmasına mani oldu. İki yıldır motosiklet kullanan biri olarak rüzgarın sürüşü bu kadar olumsuz etkileyebileceğine ilk defa tanık oldum. Gidiş yolu birazcık zahmetli oldu…
    Ayaş’a uğradık orada yarım saatlik bir mola verdik. Tekrardan yola koyulduğumuzda rüzgarın mola vermemiş olduğunu gördük. Beypazarı’na vardığımızda hava kararmış, saat sekizi çoktan geçmişti. Orada da birkaç saat zaman geçirdik, görülebilecek yerlerini kabaca gördük, sırf bir şeyler yiyip içmemiş olmak için bir şeyler yiyip içtik. Hemen girişinde sağdaki parkta epey bir dinlendikten sonra yatsı ezanı okundu, Saat ona doğru dönüş yoluna düştük. Rüzgar hız kesmişti. Gece yolculuğu, rüzgar etkisini yitirdiği için çok keyifli oldu. Beypazarı’nın çıkışından itibaren yol kötü olmasa da çok iyi de değildi. Ayaş’a 15-20 km kalıncaya kadar 100 km hızı geçmedik. Ayaş’a yaklaşmamızla beraber rüzgar etkisini iyice yitirdi ve yol sathı da oldukça düzeldi… Yolculuğun en keyifli, sürüşün en zevkli kısmı başladı… Bir gece sürüşü kuvvetli aydınlatma sayesinde ancak bu kadar keyif verebilirdi… Virajları 90-110 km hız aralığında geçip gitmek bambaşka bir heyecan ve coşku veriyordu. Düzlüklerde trafiğin de uygun olduğu anlarda 110-120 leri de gördüm. Ayaş’ı geçtikten sonra Çanıllı ayrımından sonra çok tatlı bir viraj vardı ve orayı 125 km hızla dönerken arkada sıkı sıkıya tutunan oğlum hem üşümekten hem biraz da korkudan titriyordu… Biraz hız kestim ve sakin olmasını, her şeyin kontrol altında olduğunu söyledim. Ama üşüyordu ve titremesi daha çok bu üşümeden kaynaklıydı. Yokuşu çıkıp sağa kıvrılan virajı da aldıktan sonra tepe noktasında toprak bir düzlük oluşturulmuştu orada bir beş dakika ısınma molası verdik. Ay hemen solumuzda epeyce yükselmişti. Bulunduğumuz rakımdan gökyüzü ve görüldüğü kadarıyla ufuklar çok hoş bir manzara oluşturuyordu.
    Kalan 15-20 kilometrelik yolu da bir solukta tükettik. Güçlü farın sağladığı geniş ve uzun görüş mesafesi sürüşün keyfine keyif katıyordu. Motosikletimi daha çok sevebilmek için bir bahanem daha oldu.

    Bu sürüş deneyiminden çıkardığım birkaç ders oldu. Çok mecburi değilseniz sürüşü planlarken rüzgarsız bir günü seçin… Geceye kalacaksanız mevsimin yaz ve havanın sıcak olması sizi kesinlikle aldatmasın yoksa dişleriniz birbirine vura vura motosiklet sürmekten çok fazla zevk alamayabilirsiniz. Arka selede bir artçınız varsa onu da düşünerek en az yarım saatte bir mola verin. Ya da artçı da motosiklet kullanmayı biliyorsa rolleri değişin. Sürücü için zevkli olan bir yolculuk arkadaki yolcuya ızdıraba dönüşebilir. Hepinize kazasız, belasız ve rüzgarın az, ya da hiç olmadığı keyifli sürüşler dilerim. Bundan sonraki yazımda kullanıcı gözüyle artları ve eksileriyle 150NS’i anlatacağım.

20 Ağustos 2016 Cumartesi


         150NS KAVUŞMA VE EVE GİDİŞ
   Araya kaynayan Çin malı motoru sattığımın hemen ertesi günü akşama doğru oğlumla beraber Bajaj Bayii'nin yolunu tuttuk Tarih 22 Temmuz, günlerden cumaydı. Bir ay önce aklıma siyah rengi yatmıştı. Şovrumda kırmızı ve mavi renkleri tekrardan alıcı gözüyle inceleyince kafam karıştı... Siyaha yatan aklım kırmızıyla mavi arasında gidip gelmeye başladı... Çok zor bir karardı... Siyahı elemiştik kırmızı olanı ya da mavi olanı alacaktık... Satıcı da bizimle birlikte aynı ikilemi yaşadı... Bizimle beraber siyahı o da elemişti ve onunda aklı maviyle kırmızı arasında gidip geliyordu. Üç kişi kafa kafaya verip işin içinden çıkabilmek için yollar arıyorduk... Ve satıcı arkadaş da oldukça kararsız kalmıştı bize hangisini satmak istediğine dair.
   Nihayet yan yana dizili 4-5 tane 150NS' in arasından kırmızı ve mavi olanı ayırıp orta yere çıkardık... Tekrardan ayrı ayrı düşünüp tarttık ve mavinin oldukça hoş durduğuna oğlumla beraber kanaat getirdik. Satıcı arkadaşın aklı kırmızıya takılmıştı... Sanki kırmızı da en az mavi olanı kadar hoş ve alımlı duruyor diye mırıldandı... Oğlumla ittifakımız karşısında yalnız kaldığını hissetmiş olacak ki nihayet o da mavi olanında karar kıldı... Hepimizin yüzü gülüyordu... Zor bir kararın üstesinden kolayca gelmiştik ve mutluyduk... Gözlerimizden sevincimiz okunuyor heyecanımızdan yüreklerimiz pır pır ediyordu...
   Üç bin lirayı nakit olarak verdim kalan kısmı için de kredi kartına peşin fiyatına altı taksite böldüler. Tabii bu ödeme şeklini araya giren Çin malı motordan önceki ziyaretimde kabataslak olarak biçimlendirmiştik. Teknik işlerle ilgilenen usta motoru teslimata hazırladı. Aküsünü, fren ayağını yan oturmayı sağlayan ilave ayak koyacak yerini taktı. İşlem bitince de elimize bir bidon verdi biraz benzin alın gelin dedi. Benim oğlan uçarak gitti geldi. Teknik eleman benzini bir huni yardımıyla depoya boşalttı. Depo kapağını kapattı kontağı açtı, vitesi boşa aldı ve marş düğmesine bastı... Motor hafifçe titreyip irkilerek öksürdü verilen hafif gazla sesi soluğu düzeldi çalışmaya başladı... Hayal hayat bulup gerçeğe dönüşmüştü ve çok mutlu bir andı... Servis elemanı arkadaş bize gerekli tembihleri, ikaz, uyarı ve tavsiyeleri özet olarak anlattı... Tereddüt ettiklerimi tekrar tekrar sordum o da sabırla yeniden izah etti... İlk 500 km boyunca motoru beş bin devir aralığında çalıştırmamızı, sık sık vites değiştirmemizi ve ilk etapta motoru zorlayıcı hareketlerden kaçınmamızı söyledi... İlk beş yüz kilometrelik kısmın motorun on bin yirmi, bin performansını birebir etkileyeceğini o sebeple rodaj süresince belirtilen sınırlara riayet etmemizin önemini üzerine basa basa tekrar etti. Bir kitaba el basıp mushaf üzerine yemin etmediğimiz kalmıştı ki onu da istese gözü kapalı yapmaya razıydık.
   Ve yolculuğumuz başladı... Ben önde oğlum arkada düştük yola... Aman Allah'ım.... Bu ne güzellik, bu ne konfor ve bu ne saadettir böyle...Ağzımız kulaklarımızda, gözümüz yollarda... Küçük çukurlardaki o yaylanış, amortisörlerdeki o mülayim ağır başlı haller... Bir aşk masalı hayat buluyordu... Vitesler ilkin çok rahat değil. Direksiyon tutuşu ve sele rahatlığı enfes... Ve selenin diğer motorlardan bir kaç santim yüksek oluşu yola ve trafiğe sanki tam bir hakimiyet sağlıyor. Gözüm devir saatinden ayrılmıyor, az hızlanacak olduğumda artçılıkla yetinen oğlum beni dürtüklüyor. Ve sonunda trafikte aheste aheste aka aka, aşkla şevkle dola dola 25 km'lik yolculuğumuzu evimize gelerek istemeyerek de olsa bitirdik.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

PULSAR 150NS...

Günlerce hayalini kurduğum, onlarca incelemesini ve tanıtımını izlediğim ve en sonunda kavuşup sahibi olabildiğim Pulsar 150ns... Ona kavuşma öykümü ve onunla devam eden yolculuğumu hikaye eden bir blog yazma fikri onu almazdan önce zayıf ve üzerinde fazlaca durmadığım bir düşünceydi. Ona sahip olduktan sonra ise onun hikayesini yazma fikrine karşı koyamıyorum. Bu sebepten buradayım ve siz değerli okuyucum da motosiklet tutkusu olmayanların bilemeyeceği,anlayamayacağı bir çekimden dolayı buradasınız ve bu satırları okuyorsunuz. Merak ettiklerinizi anladığım ve bildiğim kadarıyla içtenlikle yanıtlamaya çalışacağım. Hikayeme karşı göstereceğiniz ilgi ve merak beni motive edici olacak ve daha çok içerik, bilgi ve paylaşımda bulunacağım.
   Motosikletimizin ismi Bajaj Pulsar 150NS... Hint malı, 150cc, şekli resimde görüldüğü gibi... Teknik detaylar benim işim değil. Bir çok motosiklet vlogçusu bu motosikletle ilgili videolar çekmişler ve motorla ilgili bilgileri paylaşmışlar.Bir kullanıcı olarak da vlogçu arkadaşların bahsettiklerinin yüzde doksanına katılıyorum.
   150NS benim üçüncü motosikletim... İlk motosikletten sonraki hayalim buydu aslında... Kısmet ikinci bir motosikletten sonrasınaymış geç oldu ama güç olmadı çok şükür. Ona sahip olalı henüz bir ay bile olmadı. Temmuz ayının 22'sinde aldım. İlk motorumu sattığımda hayalimde 150NS olmasına mukabil imkanların elverebileceği en uç nokta Yamaha YBR idi... İkinci el bir kaç tanesine baktım. Oldukça fotojenik olan bu sevimli motosikletler reelde itici geldi. Kilometresi 25-30 bini devirmiş olan bu makinelerin pek hor kullanılmış olduğunu ve genelinde bir orijinalite katliamına maruz kaldıklarını gördüm ve soğudum. Ve hiç hayalini kurmadığım dış görünüşüne ve boy boy fotoğraflarına kandığım Çin malı bir motosiklet aldım. Ki Çin malı bu motoru almazdan önce Bajaj bayiine gidip malumat da edinmiştim. Ölçtüm biçtim ve bu hayali ertelemem gerektiğine karar verdim. Her günün akşamında satılık motosiklet ilanlarıyla saatler geçiriyordum. Nihayet uzak doğunun bağrı Çin'in, öz evladı, şekil bir motor aldım. Vakit dardı, acelem vardı... Çok kısa bir tur denemesinden sonra noterin kapanmasına dakikalar kala satışı aldım. Günün ertesinde 60-70 kilometrelik bir sürüş deneyimi bana eyvah dedirtti... Bizde bir söyleyiş vardır: 'Ağam bir hatun aldı, başına belayı satın aldı.' Başıma gelen onun aynıydı. Pişmandım, kanmıştım, aldanmıştım ve hata yapmıştım. Sebeplerini ve o motorla ilgili düşüncelerimi ileride tekrardan anlatacağım. Ve ondan bir an önce kurtulmaya karar verdim. Bir hafta geçmeden motoru ilana koydum. Belki de Pulsara giden yol  Çin'in bu öz evladı sayesinde hızlanmıştı. 8-10 gün sonra alıcısı çıktı ve sattım gitti. İşin karında zararında değildim ama zarar da etmedim. Kazandığım tecrübe en büyük karım oldu.
    Hemen Bajaj'ın yolunu tuttum Pulsar 150Ns'in düşüne yattım... Gönlüm ondayken bile yine de gözüm ikinci el ilanlarına daha hesaplı ve ilk etapta masrafsız olacaklarını düşünmemden dolayı kaymayı ihmal etmedi... Şükür aklımın yatacağı bir ilana denk gelmedim. Ve kati bir kararla Pulsar'a koştum. Ybr'mi, Pulsar 150Ns'mi?... Cbf'' mi, 150Ns'mi?... Ben çoktan kararımı vermiştim... Hiç terddüt etmedim... İyi ki de etmemişim. En doğru kararı verdiğimi biliyorum... Pişman mıyım? Asla!... Ona sahip olmam bir hataysa ben o hatayı isteyerek ve bilerek yine yapardım.
    Değerli okuyucum daha hikayenin başında sıkılmanızı istemediğim için sözlerimi burada sonlandırıyorum. Yorumlarınıza ve sorularınız olursa onlara severek karşılık vereceğimi bilmenizi isterim. Her şeyin gönlünüzce olmasını diliyorum bir dahaki yayına kadar hoşçakalın!